1 Kasım 2022 Salı

#NükhetGökaltay #kariyerçatlakları #icloud #Booacademy #Gençler #ÖlmedenÖnce #SonSözler

Şerefli insanları anarken (mezarlıkta ya da taşı konmamış bir mahalde), tenhalaştığımı gözlemlediğim gibi görünürdeki "hayat" diye tanımlanan illüzyonda da bir başınalığı bayrak gibi giyinen ne kadar az ruhdaşım var diye düşündüğümü yazmalı. Bu blog da icloud için olsun. Gençlerin yalnızlıklarının hep yanı başında olamayacağım çünkü.

16 Şubat 2014 Pazar

Hatayspor Marşı

7 Haziran 2013 Cuma

GEZİ PARKI ŞARKISI & SONG OF TAKSİM...

29 Ocak 2013 Salı

Posted by Picasa

24 Ekim 2011 Pazartesi

Posted by Picasa

23 Ekim 2011 Pazar

Posted by Picasa

17 Ağustos 2010 Salı

Kariyer Çatlakları 2007 Ocak

1. BÖLÜM



2.BÖLÜM

8 Ağustos 2010 Pazar

Kariyer Çatlakları Kolaj

1. BÖLÜM


2. BÖLÜM

Nükhet Gökaltay'dan Bir Radyo Programında Canlı Şiir Performansı

1. BÖLÜM


2. BÖLÜM

Kariyer Çatlakları - 4 Temmuz 2007

1. BÖLÜM


2. BÖLÜM

Kariyer Çatlakları - 27 Haziran 2007

1. BÖLÜM

2. BÖLÜM

Kariyer Çatlakları - 20 Haziran 2007

1. BÖLÜM


2. BÖLÜM


20 Nisan 2010 Salı

Derimin alt tabakası ve kolajen doku olarak ben!

Derim davul gibi gergin olduğunda herşeyin hallolacağı inancını bana kim verdi?
Kremlerle avunmak ve mutlu olabilmek ihtimali uzak da olsa almaya devam edişi analiz edenlere ödünç şaşkın bakışlarım da hazır.

Derimin alt tabakası ve kolajen doku olarak ben!

12 Nisan 2010 Pazartesi

Ben cilde güzel demem cilt benim olmayınca!!!

TWİTTER: Bu cilt kremlerinin üst deri alt yapı yenilemesi için ekskavatör servisi, üst düzleme için acil silindir veren müteahitleri hazır herhalde.

TWİTTER: Cilt krem reklamları "atmak" konusunda ibret verici: "Cildin alt tabakasını doldurur" derken mesela; asfaltın altındaki mıcır mübarek?

TWİTTER: Ölü hüceden müteşekkil tırnağı uzatan, tamir eden, nemlendiren, parlatan, güçlendiren" diye yazarlarken alık alık bakanları hedefliyorlar herhalde!

Cildi nemlendiren kremler susuzluğumuza neden deva olamıyor k? Deriye sürülenin içeriye nüfuzu %10 iken, kolajen tamiri sürerken daya ağzını üst deriye; mesela!

3 Şubat 2010 Çarşamba

Merly Streep ile düşen Göz kapaklı karmaşık ilişkiler

Meryl Steerp, usta aktristliğine rağmen 57 yaşındaki eski kocasına hormon dolu dönüşünün biyolojik açıklaması için yine de bir hayli zorlandı.
İnanmak isteyen seyirci için çekilen bu filmde; Alec Baldvin, Merly Streep ve Steve Martin'in solo ve üçlü performansları ile pembe bir 100 dakika geçirmek mümkündü.
Hülyalı bu renge bürünüp de de çıktım filmden, hala da uçuk bir pembeyim! Yoksa bu arınan ben miyim?

31 Ocak 2010 Pazar

FERHAN ŞENSOY 2019

Ferhan Şensoy'un 2019 oyununda bir dehanın asil yalnızlığının duvarlarını eserlerinin yükselttiğini düşünüp durdum. Zeka, farkındalık, acıtıcı keskin gerçeklik ve bir başınalık.

26 Ocak 2010 Salı

Şakir Eczacıbaşı'nın kederi ile başbaşa kaldık

Şakir Eczacıbaşı vefat etti. Teşvikiye camii ağır bir griye bürünmüş.
Aydınlığın, yaratıcılığın, estetiğin, esinin üfleyerek yükselttiği öze sahip bir insanın yaşadığını bilmek tesellimiz de elimizden alınmıştı.
Cenazede Doğan Tekeli’yi görünce, ya ona da bir şey olursa diye endişe ve kederle el sıkıştım kendisiyle. Gözlerimdeki hüzüne o da kederli baktı. Tenhalığımızın altı bir daha çizilmişti sanki. Sadece kendi ile ilgili meselelerle tükenip giden katman katman ilkel kalabalıklar içinde ıssızlığımız artmıştı.
Tesellisi olmayan bir yoksunluk bu.

24 Ocak 2010 Pazar

Okul bitti ne olacak?

BEN NE ZAMAN DEĞİŞECEĞİM?
HATALI NOKTALARIM (Ne noktası, ne noktası? Sanki ucu bucağı görünmeyen sonsuza doru uzun mu uzun bir çizgi.)

ÖSS filan derken Üniversiteye girip bitirdim, inanmayacaksınız ama iş bile buldum.
Gelin görün ki ben hala aynı bendim, uzun süre aynı yerde oturamadığım gibi oturduğum zaman içinde de hep iş yaptığımı söyleyemeyeceğim. Ders çalışırkenki ruh halim devam ediyordu. Hep içimden görev başından firar edesim gelirdi. Ya da birinin sorumluluğuna sığınasım.
KONTROLÜ ELE ALAMIYORDUM; Eğer çevrede de yönetimi devir alan varsa oh ne ala, pek bir memnun devrediyordum.
Sabah işime gider gitmez çayımla beraber bütün gazeteleri tarardım, o sırada bir telefon çalarsa, bir üst merci rahatsızlığı söz konusu olursa sinirleniyordum bayağı; öfke katsayım artıyordu hatta. Ben kendimce uygun bulduğum bir zamanda zihnen çalışmaya gönüllü isem(bu anımı bulursanız bana da bildirin gözünüzü seveyim) sinirlenmeden çalışıyordum, aksi takdirde odama sinsice sızmaya ya da masamın önüne kaynamaya çalışıp bana iş düşündürtmeye yeltenen ve dahi iş çıkartan kendini bilmezlerden hiç hazzetmiyordum.
Ders çalışırken kendi kendime tekrarlı kontrol yapmaktan dehşetli sıkılırdım. Yakın planda annem varsa; dersin değişik bölümlerinden sorular sorardı da bilmediğim konuları o şekilde fark edip tekrar o kısımlara döner çalışırdım. Kendi başıma (evde yalnızken) tek bir ödev dahi yaptığımı hatırlamam.
GENEL KABUL GÖREN SÖYLEMİN AKSİNE BUGÜNÜN İŞİNİ YARINA BIRAKMAZSAM BİR TUHAFLIK HİSSEDERDİM HATTA!
Doktora da bir gösteremedim.
İş hayatında da hiç birinci adamlığa oynayamadım. İkinci sorumlu pozisyonu rahat.(Yan gel Osman, dört dönüm bostan).
-Bitiş tarihi sözünü önce kendine vereceksin ki, kontrolün elinde olsun-
Derdi şef. (Zerdüşt böyle buyurdu). “ Gününden önce bitir ki kontrol imkanın olsun.”
Gün dediğin nedir ki, hepsi insan uydurması! Eskiden hafta mı, sonu mu vardı? Hele haftanın ortası tamamen rabıtasız, neye göre neyin ortası değil mi ama?
“Ben önce bir, yok iki uzun otursaydım” şeklinde sonu gelmeyen ertelemelerde büyüyüp olgunlaşmam mıydı acaba ertelediğim.
Hocam da derdi “ son güne bırakmadan bir kere bitir” diye ama bendeniz çekirge pek sıçrayası değildim.
‘ Bu telaşın haklı bir nedenine beni ikna eden var ise ya şimdi çıksın konuşsun ya da ben uyuyacağım biraz’ esprisi içinde debelenip durduğum yıllardı. Debeleniyordum çünkü hiç bir konuda ilerleme kaydedemediğimin farkındaydım.
Annem büyümem için bol bol süt içirmişti içirmesine ama ruhumun olgunlaşması biraz geriden mi geliyordu ne?
Bu da hatalarımı; çevremdekilere (önce ailem, sonra iş sorumlularına) yansıttığımı öncelikle kendime itiraf etmemle başladı.
Zor gelen; her işten kaçışımın, ertelediğim her sorumluluğun farkına varışımın sonraları bana gizlice hiç büyüyemediğimi fısıldamaya başlamasıydı. Ertesi gün başım biraz eğik dolaştığım dikkatimi çekti mesela, aynı öğrencilik yıllarımdan kalan okula ödevimi yapmadan, çalışmadan gittiğim günlerden kalan ‘beni’ andırıyordu sanki bu başımın eğikliği. Sözlüye kalkıp rezil olmasanız da bilmediğinizi bir tek siz bilseniz bile oldukça sessiz ve silik; sanki daha öncesinde hiç olmamış gibi fark edilmemeyi seçen çocuk halimi hatırlatıyordu.
Başınızı giderek omuzlarınızın arasındaki girintiye gömdükçe gömersiniz ya.
İşte öyle bir görünmeyi istememek halinin ağırıma gittiğini fark ettim bir gün. Büyümem gerektiğini, mazeretlerin arkasından çıkıp sorumluluklarıma sarıldıkça fark ettim. Aslında Kendinize verdiğiniz sözleri ne derece yerinize getirdiğinizdir ki üçüncü şahıslar nezdinde portrenizi de çiziyordu.
Zekanın gerçek ölçüsü; her günün her anını etkil, faydalıi ve mutlu şekilde yaşayabilmekti. Çünkü yaşamın ve kendilerinin sorunlarıyla başa çıkmayı becerenlerin; sorunları insan olmanın bir parçası olarak algılayan ve mutluluğu, sorunlarla ters orantılı olarak görmeyenlerin en zeki insanlar olduğunu fark ettim.
Değil hafta ortası, başını bırakın her bir anın ne üretimler için mucizevi bir fırsat olduğunu keşke bu kadar vakit kaybetmeden fark edebilseydim.
“HER ŞEY BİRDEN BİRE OLDU/ AŞK BİRDEN BİRE/ ÇOCUK BİRDEN BİRE”der Orhan Veli.
Naçizane ben de diyorum ki “BÜYÜK BİRDEN BİRE OLUNMUYORMUŞ”.

1 Ocak 2010 Cuma

KIRIK KALPLER DURAĞI'nda CANDAN ERÇETİN

Balkan ezgisi dinlerken bir dağ yeli vurdu yüzüme. CANDAN ERÇETİN "GİİİİİİİTTTT, GİİİİİİT, İŞ İŞTEN GEÇMEDEN GİT, ÇOK GEÇ OLMADAN GİİT" derken, küçücük sırça bir kalbin taa içinden güçlü isyan çığlığı, kınından çekilmiş keskin bir kılıç gibi vurdu en derinimden beni.
Sarsıcı bir red ve canhıraş bir isyan tonundan "GÜLLERE DE AŞK OLSUN YİNE SEN KOKACAKSAN, FALLARA DA AŞK OLSUN YİNE SEN ÇIKACAKSAN!" denir mi? Şurada araba kullanıyordum usul usul. Ama o ne! Yüreğin çığlık çığlığa açılışının şarkısını duyuşum hesapta yoktu. Bu arada gaza basan ayağımla tempo tutmasam öndeki araba ve benimki için daha hayırlı olacak!
Şarkıyı güller işitse açma boykotuna girecekler bir şey değil! Keçiler bile yaprak dişlemeyi bırakıp, dağa kahredip alıp başlarını gidecekler.
Öyle bir "uzaklaş, karda kalmasın izin" deyişi var ki "ayak altında görmeyeyim" tonunda. Kar da "bir ağız tadıyla tutamadık buralarda diye şikayetçidir mutlaka ama "GİT" ŞARKISININ canhıraş çığlığı yanında uysal bir kedi miyuvu gibi kalır. Bu dayılanma hali karşısında saygıdan olsa gerek, sağa çekip beş dakika durasım geldi. Aşk tarihinde yürek, en az bir kere böyle afilli, gururlu bir pozisyon almıştır; o yüzden tanıdık da geliyor, hallenerek koltuğumda daha bir dikleşip, direksiyonu daha bir kuvvetli eda ile tutasım geldi. Yayılmış, mülahham duruşum çıkıp gitmiş, aldatılmış ama gururlu halim gelmişti.
"GİİİT"in içinde milyon kere GİTMEE var olduğunu bilsek de; "Müdanamız ikinci bir emre kadar durdurulmuştur" tavrını barındırmakta.
Bu "dik duruş" beni bir süre idare eder, hatta fiziki bağlamda belime iyi bile geldi.
Ruhum mu onu hiç sormayın!
Bence albümün en ilaç şarkısı GİİİİİİİİTTTTT.
SAĞOLUN EMEĞİ GEÇENLER.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Theo Angelopoulos'tan 2004'te Ağlayan Çayır şimdi de 'Zamanın Tozu'nda Willem Dafoe, Irène Jacob

Bruno Ganz, Michel Piccoli, eller, hüzün ve müzik başroldeydi.
Müziğin şiiri arındırıcıydı .
Beyoğlu Sineması'na doğru Etiler'den saat 18:30'da filme yetişmek için kalkıştığım depara değdi. Gişedeki eleman bile yerinden kalkıp akşam yemeğine başlamışken sinema fuayesinde (ki bu koşunun evveliyatı olduğu nefes nefese kalışımdan belliydi, hatta halimi gören Etiler'den beri koştuğumu sanabilirdi de)uzun bir süredir koşturan telaşımı gören kapı görevlisi yemek yiyen gişe görevlisine bileti iki lokma arasında kestirdi (bu jest ancak bizim insanımıza has bir jesttir). Ben bir sürü minnettarlık nidasını eşlikte çıkarttım. Herkes mutlu iken jenerikle birlikte sinemaya girdim.
VE FİLM: ZAMANIN TOZU
Yundum müzikle ve güzelle...

15 Kasım 2009 Pazar

Beklerken Soldu An üzerine Engin Turgut'dan

“BEKLERKEN SOLDU AN”
NÜKHET H. GÖKALTAY


Kalbinde şiir biriktiren, ruhunda sürekli bir yangınla dolaşan, şiirin denizine açılıp da oradan hiç dönmek istemeyen bir şair Nükhet H. Gökaltay! Şiiri sadece kendisi ve şiir için yazan, rüzgârın elinden tutan, kendi ruhuna sürgün ve sadece
bir ‘su’ olmak isteyen bir şair! Sesin, sözün ve sessizliğin gücüne inanıyor. Şairin şiirlerini hemen kavramanız pek mümkün değil. Çünkü kelimeleri hemen ele vermiyor kendisini. Bazen buğulu ve sisli bir edayla sokuluyor hayatın görünen yüzlerine, bazen de felsefenin imbiğinden süzüyor kelimelerini. Fakat sanırım yazının yazgısına boğun eğmeden ısrarla kendi sesini söylüyor: “Yalnızlığı üşüse de“, “yağan kar umutlarını örtse de” kendisine “sahte vahalar” sunulsa da şair burada başkasının kederini de üzerine alabiliyor ve yazdığı şiirleriyle küçük sırlar fısıldıyor okurlara...


“Derininde dokunamadığım açık yaran
Seni tamamlasam ben eksilirim“


Nükhet H. Gökaltay’ın şiirlerinde pek fazla geleneksel şiirin izlerini bulamayabilirsiniz. Sözü öyküye yaklaştırmadan, sözü fazla uzatmadan, hatta sözü oldukça ekonomik kullanarak, sözü dizeye ustaca dönüştürerek, kendine özgü bir şiir dili yaratmak ve o dilin tadını yakalamak zordur. Sözün tek başına hiçbir işe yaramadığını iyi biliyor ve kelimelere zengin anlamlar katarak, dizelerini mağrur ve asil kılıyor. Evet dediğim gibi kolay anlaşılır şiirler yazmıyor Nükhet H. Gökaltay! Sanki şiirlerini birkaç kez okumanız gerekiyor ve şiirlerini yeniden, yeniden okudukça bazı dizelerinin tadına daha çok varıyorsunuz. Kimi zaman “sesin sustuğu yerden“ yazıyor ve “hangi sokaktan geçsek yoksul bir kedi, hangi akşamdan çıksak kimsesizlik“ diyor. Muhatabı olmayan ‘tenha’ şiirler biriktiriyor kalbinin avlusunda. “Görünenle oyalanmayıp“ anılar bahçesine yeni sözler ekiyor, şiirini demleterek ve sözlerin kendisine yepyeni şiirler olarak geri döneceğini unutmadan bütün zamanların sabahına dokunuyor. Öncesi ve sonrası olmayan bir şiirin peşine mi düşüyor bunu bir türlü kestiremiyorsunuz. Şiirin buğusuna mülteci, güzlerin ve sislerin şairi sanki!


“Rüzgâr yoksunuysa
Kendine kapanır zaman
Çözülür palamar Sıkıcı bir imadır artık liman”






Nükhet H. Gökaltay’ın ilk şiir kitabı olan “Sır Sözde Saklı“ adlı şiir kitabını okurken düşünmüştüm bunları. Şunu daha da iyi anlıyorum ki; şair hayallerini, düşlerini ve isyanlarını “uzun ikindi zamanlarında“ şiirin o özel diliyle “sızılı bir zaman“ ve “sabırdan süzerek” yazmış. Ruhuna batan dikenleri tek tek çıkarmaya çalışırken, şiirine aşkın gülden kanı da sızmış. Şairin vicdanı tedirgin ve huzursuz, şairin kalbi dünyayı kucaklamak istiyor. Hayata olan muhalif çizgisini korurken aşka ve şiire tutunuyor. Şair sözcüklerin içini görüyor. Ve fazla görmekten şairin gözleri acıyor. Dil işçisi olmak kolay mı sanıyorsunuz? Şiir kolay mı yazılır sanıyorsunuz? Şiirin de bir hayatı vardır? Siz hayatı kavramak kolay mı sanıyorsunuz? İşte Nükhet H. Gökaltay bunu iyi bilen şairlerimizden birisi.
Ve şiirin evinden sokaklara ve başka diyarlara olan yolcuğu çok uzundur ve bunu herkes göze alamaz! Şiirin estetiğini bilmeden şiir yazılamaz ve iyi bir şair bir sözcüğü bile bir sinema gibi görür! Sevgili şair Nükhet H. Gökaltay şiirin ne olmadığını çoktan kavrayanlardan! “Yazıldıkça dağıldı mana, hatırasıyla değişti iklim“ diye yazmış bir şiirinde. Daha söylenmemiş ne kadar çok söz varsa o sözün içinden şiiri bulmak, dize yapmak, ancak geceye, sulara, aşka, kısacası hayatın içine karışmakla oluyor galiba. “Sır sözde saklı“ şiir kitabı ‘ödünç düşler’le yazılmadığı belli. Ben bu güzel şairimin sabahlarında açan nar ağacı ve ağacın kollarından sızan delikanlı bir güneş olmak isterdim. Ne demiş şair: “Solar çocukluğumuz gülün yerine“. Şimdi geçtiğimiz günlerde “ Beklerken Soldu An” adlı ikinci şiir kitabı Artshop yayınlarından çıktı. ‘Yıkık bir yeryüzünün incinmiş kalbiyle’ yazmış bu kitabındaki şiirleri. Şiirlerindeki buğu hayata dağılmak için can atıyor sanki. Şair güze sürgün şiirler yazıyor ve ‘yokluğun çölünden geçerken’, yanmayı göze alacak kadar, kendi ıssızlığına çoktan çekilmiş.
Sanki müzik ve denizin fısıltısı aynı şey onun için. “Anın yokluğa, sonun hiçliğe” olan yakınlığını iyi biliyor.”Kendimden sonra aynalardan da kovulmuşum” diyebilecek kadar da kalbi cesur bir şair Nükhet H. Gökaltay! Kusura bakma kalbim, iyi dizeler okuduğum zaman, kendimi sevdiğim bir şiirin içine atasım geliyor.


“ Tuhaf bir iksir sarhoşuyum
Naif, sırrımdır doğalı beri, tuhaf ama
İnancım insana dair
Sabahı yok bir rüyada
Bir ben içmişim zahir!”










Şair aşksız geçen kayıp yıllara üzülür, durmadan canı acır ve bazen nedensiz de ağlar. İncelikler terzisi olmak kolay değil elbette. Şair çizilmiş, sökülmüş, eprimiş, yırtılmış ruhlarımızı imgenin kalbiyle dikiyor. Çünkü söylüyor işte: “Kuşkulu bir oyun sevda, travması ağır; zalim vurgun tekrarlanır, kurgusu hain”. Bu kitaptaki şiirler olgun, pişmiş ve asla pas tutmayacak cinsten. Bu şiirler “ senden yansıyandan ibarettim” tadında yazılmışlar adeta. Uzun nehir bir şiir de var kitabında. İlk kitabındaki bir dizesini bir şiirin adı yaparak uzun bir destan tadında oluşturmuş şiirini. “Solar Çocukluğumuz Gülün Yerine” Bu şiirini Cavit Orhan Tütengil için 1980 yılında yazmış ve şiirini o güzel adama adamış. Bu şiir bile
sadece, tek başına mekânlar değiştirse de, yeryüzünde ki zaman belki de Cumhuriyet Meyhanesinde oturan iki kişi için dondurulmuş olabilir. Şairin de dediği gibi o zamanlar: “Keder var masalarda, etrafında kırık yürekli insanlar, birlikte sevinilen zamanlara içiyorlar burada”. İşte hepimizi derinden yaralayan da bu olmalı. Bu güzelim şiir, bu destan şiir, bu ağıt şiir mutlaka okunmalı.
Çünkü bulutlarla yazılmış bir şiir bu. Herkesin kalbine yağmayacak bir ruhla yazılmış. Bazı şairler vardır, dehşetli bir şekilde acı çekerler. Kimi insanlar kimi şairlerin boynundan öper sonra onları boynundan ipe çekerler. Hangi birimiz ölenler, öldürülen değerlerimiz için bir şey yaptık ki? Birilerimiz, belki de hepimiz o kadar çok önyargılıyız ki, beyaz güvercinleri sadece kaybettiğimiz zaman hatırlıyoruz. Çünkü şair Nükhet H. Gökaltay şu uzun nehirde kulaç atmaktan yorulduğumuzda, sadece “Beklerken Soldu An” demiyor, bakın ne diyor: “Yorgunluğumuz asude zamanlara varsa, yaralar kapansa, uzunca kalsam yoğun yeşilinde, bir kuytu bulsam, omzunda biraz uyusam demiştim”. Tarihin soluğu ensemizdedir, duyabilene! Elbette ‘beklemek de bir sanattır’. Elbette sizi arkanızdan saplayan dil ve renk sürçmesi olacaktır ama hep şairleri her zaman ezmeye çalışmışlardır bu ülkede. Türkü bilmeyen ve sevmeyen insanlar o ezgi eşliğinde şiir bile yazmışlardır. Kaç kişinin elleri dostça uzanıyor, çocukların ve ‘arkadaşım’ dediğine, gözlerine bakarak, kim kime dostum dedi ki? İşte bu yüzden karşısında adam gibi ağlayacak bir güneş arıyoruz kendimize. Bu şair, şehir ve keder nedir iyi biliyor çünkü her yanı saflık feneriyle aydınlanmış. Bu kadının şiirleri çığlıktan başka bir şey değil. ‘Ben şiirin tekiyim, hayat beni ölüm sanıyor’ diyebilecek kadar, mavi yüzlü bir keder, yorgun bir dünyaya baktı mı hiç? “ Hızla susar kimi sözler”. Anılar yokluk tadındaysa başka söze gerek var mıdır?







Nükhet H. Gökaltay sezginin “mağrur acısıyla” yazıyor ve “hoyrat bir kış” ve ‘uçurum’ duygusuyla,“solgun bir keder” yalnızlığıyla örüyor şiirlerini. Şair elini kalbinden çekmeden, kaybedenlerin gururuyla, özgürlüğünü kimseye kaptırmadan yazıyor. Sürüklenen sürgünler kadını bu şair! Bütün çağlarda yaşamış gibi. Düşlerinin her gün tozunu alıyor ve hüzün adalarına yolculuklar yapmaktan hiç sıkılmıyor. Şairin duyarlılığı başka hiçbir kimsede yoktur; bir mum titrese onun da içi titrer, şuracıkta bir ağaç ölse onun yasını bile tutacak denli hislidir. Şairin imgesine, şairin başkaldırışlarına hiç kimse yetişemez! Şair her yerde ‘sürgün’ her yerde ‘kaçak’ bir yolcudur. Zaten boşuna da söylememiştir: “Talan; evrenin bütün öyküsüdür“ diye. İnsan yeni bir şair tanıyınca, insan bir kez olsun, göz göze gelince, şiirini sevince, şiire ve aşka inanınca bir başka oluyor. Bakar mısınız bazen “Beklerken Solmuyor An”. Ne yazsanız da, ne kadar kitabından bahsetseniz de ardınızda bıraktığınız hikâye, şiire geri dönmeyecek ama Nükhet H. Gökaltay söylemiş zaten:


“ Başlangıç hayal meyal
Tesellisiz,
Başıboş meramken
Sesin sustuğu yerdeyiz
Hangi sokaktan geçsek
Yoksul bir kedi
Hangi akşamdan çıksak kimsesizdik.”

2 Ağustos 2009 Pazar

2 Temmuz 2009 Perşembe

Nukhet Gokaltay'ın Kitaplarından, Köşe Yazılarından, Film ve Albümlerden, Radyo Programlarından

PARADOKSLARLARIM

Dostum Matematik (Euclid, Zenon’a teşekkürlerimle)*

İncinebilir ruhumu geceler korur benim. Alacakaranlık saatler bana göredir; çünkü çehrelerin ardındakini gizler loş ışıklar.

Issızlığımda gölgelenirim biraz daha, ama yumuşacıktır duygular akşam alacasında.O ağır koyuluk korur beni, derin ve katıksız hissedişlerimle ürkmeden ben olabilirim.

Söylediğim kelimeler arttıkça anlaşılabilir olma şansım pek yoktur benim.

Gerçi bunun, yanlış olduğuna da hep inanmak istemişimdir.

Ama gittikçe acılaşan insani ilişkilerin özetine bakınca gölgeli bir kuytuya çekiliş evladır.

O yüzden formülleri sevdim, arkasındaki ilişkiler kesindir. İspatlar yalın ve katıksızdır. Aaaahhhh Euclid ile ama ne iyi olurdu Zenon ile keşke görüşebilseydik. Kusursuz teoremlerin kurgusu hayatınkinden daha saydamdır. Düzenin büyülü şaşmazlığı yansır. Böyle paragrafları pek uluorta söylememek daha hayırlısı. Bu yüzden de daha az kendim gibi konuşuyorum.

Sabahlar zırhımı deler benim. Başını sokacak kabuğu olmayan kaplumbağa halime doğar güneş. O yüzdendir tedirginliğim.

Gece bitince matematik teoremlerimin kesin huzmeli takımyıldızı etkisi dağılır. Hesaplanamayan bakışlara karşı çocuk şaşkınlığım örtüsüz kalır.

Çokça öze değmeyen ve bir türlü eksik kalmış, öksüz cümleler kırık dökük dökülür dilimden, sonundaki heceleri pek anlaşılmayan. Bir türlü birbirimizi yakınlaştıramayan konuşmalardan, hızla (seyirtir) kaçarım.

Gündüzün acımasız yüzü silikleşir, aczim ve tenhalığım gömülür gecenin laciverdi kuytusuna. Oysa rakamlar yalansızdır ve sürprizleri gülümsetir. İkincil anlamları, kinayeleri barındırmazlar ve eşitlikten yanadır.

Geceler yalın, formüller birleştirici; ben ise kabuksuzumdur.

O gün ne yzaık ki dışarı çıkacaktım; iyi bir sebebim vardı kitap alacaktım. Yeni basılmış kağıt kokusunu içime çekmek beklentisi dışarsının üürkütücülüğünü ikinci sıraya öteliyordu. Sokak manzaralarındaki kanatıcı uçurumlara şahit olmamak için metroya binecektim acemi adımlarla epey bir dolaşarak bir delikten aşağı inmeyi becermiştim. Sağa sola yanlış yönlere saparak da olsa jeton alınacak bir gişe bulmuştum.

Acemiliğin yürüme konusundaki sonuçlarından birisi de sık sık başıma gelen karşıdan gelenle aynı yöne hamleler yaparak bir türlü boş koridora dalamamamk olduğunu gerçeğini gözlemledim. Trene binmek konusunda atak yapma çekingenliğim yüzünden az kalsın peronda kalıyordum. Sakin bir köşede sığınmış ve yarasa misali tavandaki el tutma direğine tutunmuş giderken panik içinde aldığım jeton aklıma geldi.

Sayfaların yüzüme vuran ışığı da yokken kendimi daha da yabanıl ve yeteneksiz hissederim. İlk durak anons edildiği andan itibaren aldığım jetonu aramaya başladım. Çantamın bozuk para gözünde de bulamayınca sıkıntım sinirle sarmaş dolaş olmuştu ve giderek sıcak basıyordu.

Sıkıntı ile çantamın tabanını ararken, dipte duran kalemimim kurşun ucu tırnağımla etim arasına saplandığımda ( içimden bir daha 0.5 uçlu kalemi çantama koyarsam diye kendime saymaay başladım).

Derimin tüm gözeneklerinden aynı anda ter fışkırdı.

Bu arada son durağa gelmiştik ve daha ziyade sürüklenerek inen kalabalığın tamamen boşalmasını bekledim.

Metro’dan çıkış yönlerinin hangisinin Taksim tarafıdır diye tabelalara bakınırken çantamın içini daha bir telaş ve gerginlikle üçüncü defa alt üst ediyordum.

Ama yoktu işte, bulamıyordum…Jetonu belki de bozuk para çantasına attım diye cüzdanımın hepsini çantama boşalttım; zaten arapsaçına dönüşmüş çantanın içi tamamen zıvanadan çıktı! Zıvanadan yalnız çıktığını hiç görmedim ya! Genelde beraber çıkarız kendileriyle!

Hoş dengeli bir ruh düzeni hali de hiç anımsamam! Bu halim dışarıdan da farkediliyor galiba! Yoksa çevredekiler, bir süre iri açılmış gözlerle sabitlenerek bakıp sonra niye süratle uzaklaşsınlar ki?

Vücudumdan başıma, saç diplerime yükselen ter ile üzerimdeki giysilerin sırılsıklam olduğunu hissettim. Panikten kurtulsam ‘cezası ile bilet almak için’ gişeye gitmeyi becerebilecektim, ama bunun dışarıdan nasıl algılanacağının endişesini bertaraf etmem gerekti’.- Ki bunu üç seansta gideririz diyen NLP,(Neuro Linguistic Programming),EFT’ci ve diğer üç seansta hallederizcileri bir kez daha andım! (Psikolog ve Psikiyatrları bu cümlenin dışında bıraktım). Gişedeki adamın yüzüne bakamadan, suçlu çocukların psikolojisi ile göz göze gelmemeye çalışarak, çünkü – daha şimdi almıştım-diye mırıldanacaktım ama bu kadar kısa sürede nasıl kaybedebildiğine şaşırarak bakan gişe memurunun gözlerine bakmasam bile tahayyül edecektim. Cezalı olarak tekrar jeton almaya bir cesaret karar verdim, hala çantanın dibindeki (iki aydır neden oradadırlar diye söylenerek) not kağıtlarını karıştırıken turnikenin iki yanıdaki sabit bloklardan sağdakine küt sesi ile çarptığımı, dayanılmaz bacak acımdan farkederken değdiğim turnikenin açıldığını da farketim. O ne! turnike ileri doğru hareket ediyordu nasıl olabilirdi ki? Jetonu bulamadan nasıl geçmiştim ki?

Jetonu bir yerlere tıktığıumın farkına bir faz farkı ile vardım gerçi ama erken bunama için testlere de aynı gün başvurmayı akıl ettim hiç değilse. Unutmazsam gideceğim.

Sahi ben aslında her gün A noktasından kalkmama rağmen bir süre sonra B’ye varmak ile ilgili hiç bir isteğimin kalmadığını yazacaktım. Belki de o yüzden yolculuklarım çoğunlukla kayboluşlarımdır. Zenon gibi adımlarımla ilgili sorunlarım var, ağır dalgınım ve bütün bunlara rağmen iyi bir matematikçi değilim. Bunca mihneti bir hiç için çekiyorum.

Gece yeni bir güne hazırlanıyor,ben acaba hangisidir diye düşünürken sıradaki yerini alıyor.

Işık huzmelerini farkedince süratle kuytuma doğru kaçıyorum. Zenon’u yanıma alarak tabii.

*Zenon Paradoksu:A noktasından hareket eden ve her seferinde bir önceki adımının yarısını atan birisi hedef B noktasına varamaz (der kısaca.)

Tevekkeli değil ben bu adamı hep sevmişimdir. Bir o halimden anlardı yaşasaydı! Kitap mı? Gücüm metrodan çıkmaya yetmedi aynı sıkıntı ile geri dönerken kimse ile göz göze gelmemeye çalışarak yeniden dönüş jetonu alıp, turnikede deliğine atmayı ikinci denemede becerdim(o arada senkron tutturamadığım için bacağımı yine demire çarptım)ve vagona girerken, içimden jetonların daha vagona gitmeden turnikelere atıldığını unutmamak üzere sık sık tekrarlayarak metrodan dışarı çıkıp evime doğru hızla koştum.(Allah'tan beni görenler açılıyorlar)

Kitap mı?

Gün ışığına çıkmaya bir daha hazır olunca alacağım.

28 Haziran 2009 Pazar

Yorumlara Yorumlar

Harun Ünlüsoy dedi ki...
nükhet hanım bu da mı sizsiniz?kuzum allah aşkına siz tam olarak kimsiniz:))
03 Haziran 2009 Çarşamba 17:55
Nukhet H.Gökaltay dedi ki...
Bütün mesele de orada ya Harun CİN Öğrencim, hiçkimse olduğumuzu bile bile. Hepsinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu sezerek! İz bırakmak dahil her afilli fiilin var olan dünya gerçeği ile çelişkisinin farkında oluşun derin kederi ile canlı olma halimi sürdürürken, yaşamı en azından o an kendim için anlamlı (başkaları için faydadan başka bir anlama da çıkmıyor bunun yolu)kılmaya debelenmeden ibaret belki, belki de? Yoksa kimse olmakla hiç avunamadım ve dahi şikayetim var. Hep cin kal çocuk.

27 Haziran 2009 Cumartesi

GÖKSEL'İ DİNLERKEN

Göksel'i dinlerken Sen Bensiz, Ben sensiz şarkısında

"Bir masalmış geçen yıllar
Kaç yaprak var elimizde" dediğini anladım.

Ben onu yıllarca "Taç Yapraklar elimizde" diye dinlemiştim.

Biyolojiyi çok mu çalışmışım zamanında ne?
Taç yapraklar elimizdeyse gövde ve sap nerede demezler mi?

KENDİNİ YALNIZ HİSSETME!

Nükhet H.A. GÖKALTAY dedi ki...
Filmler biterdi, sekiz on salon barındıran devasa bileşkelerde sokağa hiç adımımı atmadan (gerçekle yüzleşmek hep ötelenesi ya) diğer filmin seansına girerdim. İsteksiz adımlarla dış dünyaya çıktığımda sürüklenmenin bir çeşidine benzer halde yürürdüm. her seferinde gün ışığı rahatsız edicidir çünkü tanık olunası bir dünyayı aydınlatmaz.

24 Haziran 2009 Çarşamba

FİLMLERE SIĞINMAK

ROLLER ÜZERİNDEN VAR OLABİLMEK.
Aslında yarın vizem vardı ama hızla seansları kontrol edip araya sıkıştırmak konusunda öyle istekliydim ki hemen yeni vizyona giren filmi gördüm
BENİ KİMSENİN GÖRMEDİĞİ GERÇEĞİ RAHATLATICIYDI.
KARANLIK SALONLARDA SAHNE BENİM YANILSAMAMI DESTEKLİYOR HİÇ DEĞİLSE IŞIKLAR YANANA KADAR.
BİLETTE YAZDIĞI KADAR SÜREN HAYALLER ALIYORUM. BU KARŞILIKLI ANLAŞMADA MASALLAR SÖYLEYEN TARAF OLMAK BİLE RÜYAMI BOZMUYOR. İNANMAK İSTEYENLERE HİKAYE ÇOK. AMA BEN ÇOK 'AZ' IM.
VE BEN OYNAMIYORUM

23 Haziran 2009 Salı

GÖKSEL'İ DİNLERKEN

Şarkı dinlerken solistin gırtlağına birinin bastığı zannına kapılmamak iyi bir duygu hali her şeyden önce. Albümde anlam ifade eden cümlelerden oluşmuş şarkılar özlediğim derinliği hatırlattı.
Derinlik de zor bulunur oldu ya bir de ona yanarım diğerlerine ilaveten.
Suyun dereden akışı gibi rahat, bir ses sükununda kalakaldım. Bir süre böyle durakalmayı özlemiştim. Ben bu CD'yi hep dinlerim artık. Hala aynı vaziyette durup dinliyorum; işin kötüsü eşlik etmeye de kalkıyorum. Yok sussam iyi olacak. Bu sesleri doğru çıkarmak da zor iş. Zülfü Livaneli de Özgürlük şarkısını hala nasıl söyler merak ederim, ben iki hece sonra yanlış çığırıyorum o şarkıda da, neyse benden bu konuda performans bekleyen yok neyse ki yoksa var mı? İyi niyetle başlarım o notaya çıkarım ama oradan inmemi hiç beklemeyin.
Sağolun emeği geçenler

ARIZALARIM

HOCAM SİZE YAZARSAM EN AZINDAN KENDİME YAZIDAN YANSIYANDAN BAKAR MIYIM?
KONU:ARIZALARIM
MESELE:GEÇER Mİ
MÜHİM MESELE: KAÇ VAKİTTE
KRİTİK ÖNEME HAİZ NOKTA: ÇOK GEÇ OLUR MU?
DİPLOMA TÖRENİ
Bu tören hatırlanası olmalıydı ama birincilik kürsüsünde olan arkadaşıma bakıp Pişmanlık duymak planlamadığım, HAZIRLANAMDIĞIM(kepi atmak için almak konusu hala saçma geliyor ama ne yapalım ki daha az salakça bir şey taklit edilememiş!).
Bu ilkokul birinci sınıftan beri hep böyleydi. Tam konuları okumaya karar verdiğimde ertesi gün okulun son günü olurdu. Sonra da birincilik kürsüsünde kendimi görmeyi istemek de ayrı bir acınası durumdu ama uzun süre bu şuursuzluğum sürdüğü için farkına değilmiş gibi yaparak, belki de ilk kez farkındalık eylemini etken halinde kullanan kişi olmayı sürdürüp durdum.(Sahi diğer insan ve her durum ve konumu kullanıcılardan daha masum olduğunu biliyordum ama!)
Sarsak ve dalgın biri olarak göz ve kulak hafızamın mükemmele yaklaşmıyacağının az çok bilincindeydim ama ben de her çocuk gibi aşarılı olmayı, kahramanca bir şey yapmayı, herkes tarafından hayranlıkla izlenen, sevilen biri olmayı arzulamıştım belki de biraz şiddetli bile sayılabilirdi. İşe yaramayan bir abartma duygum vardı ama nerede gereksiz konular varsa onlar üzerinde ısrarlı dururdum.İster miydim böyle biri olmayı yok!
Peki ben değişir miyim?

3 Haziran 2009 Çarşamba

"Palermo'da Yüzleşme" wim Wenders'i kıskanmak!

Kıskanmak için bula bula Wim Wenders'i bulmak da ayrı bir bahtsızlık tabii. Filmlerden çıkarken farklı rüzgarlar vurur yüzüme. Bazen bütün gün elimde bir kamera varmış gibi ağır ağır tadını çıkara çıkara salınırım vizörden görünen benmişcesine. Bazen de görüntüde sadece kendim ve yalnızlık varmış da izleyenler de sessizce gitmiş gibi manasız bir boşluk kalır geriye. "Barbarların İstilası'nda" açık denizlerdeki kızına bilgisayar ekranından "son" vedasının kesik kesik yansımalı gelen görüntüsündeki kırık dökük diyaloglarındaki trajedi, her vedamda açık kalmış yarasından usul usul kanar.
Wim Wenders'in "son" uyla hesaplaşması da bu dünyadan ayrılış ile ilgili yorumları da; Babamın, son vedasından önceki, hasta yatağında iken yarım kalmış sohbetlerimizin mucizevi bir tanıklığıydı sanki. "Ortak acılı hesaplaşmaların hiç tanışmadığım ortağı yeryüzünün bir uzak diyarındaymış" demenin çelişik karmaşasında
Evrenseli yakalamak ilahi bir hediye ve herkese nasip olmuyor...
Ama filmin İtalya'da çekilmesini, gıpta ile yutkunurak izlemek ayrı bir de hicran yarasıydı.

13 Mart 2009 Cuma

Akşam Gazetesi Kazanırız Biz ÖSS Eki




Nükhet H. GÖKALTAY PİCUS RÖPORTAJ

İtalik



































27 Şubat 2009 Cuma

Basında Çıkan Yazılar

SIR SÖZDE SAKLI” Şiir(Kitap-Kaset)

2003 yılı’nın geç kalmış Senfonisi.Radikal Kitap (Ekim)Ek’inde tanıtımı yapılan kitabın yazarı ile Picus Ekim Sayısında yapılan söyleşide “Sonlara İsyanın Kitabı denirken Varlık Dergisinin Ekim sayısında yapılan söyleşide ise şair iç yıkımların şiddetinden sözetmekte…
Şairin sesinden Bach ( Brandenburg Konçerto )eşliğinde kaseti kitap ile birlikte Varlık yayınlarından ya da Derneğimizden istenebilir. (Kitap ve kaset birlikte 6.000.000.000 Tl

Varlık yayınları Telofonu:0212 516 33 01 -0212 516 20 04

11.11.2003

SIR SÖZDE SAKLI” Şiir(Kitap-Kaset)
Nükhet H.Gökaltay
Zamanlar boyu kendine yolladı yazdıklarını.Son yıllarda Metis Defter Dergisi’nde yayınlanan
şiirleri ve başka dergilerde yayınlanan yirmiye yakın şiiri yurt dışı ve içinden övgüler aldı.
Son on yıldır yöneticilik kariyerinin yanı sıra iki derginin birden yayın yönetmenliğini de yürütmekteydi.
Sonlarla hesaplaşmasının bir yoluydu yazmak.
Deneme , anlatı ve öykülerinin yanı sıra bir de roman hazırlığı var
VARLIK YAYINLARI CEP KİTAPLARI

“Solar Çocukluğumuz Gülün Yerine” deyişine itirazım var Nükhet H.Gökaltay’ın
Yaşama sahip çıkmış,onu seven bir yaratığın,ömür boyunca çocukluğu solmaz,solamaz.Şair
olarak Nükhet’le bu yangının içindeyiz.Bu bizim kutsal çilemiz, onurumuz.
Diline bir güzel sahip çıkmış şair Nükhet Gökaltay bundan sonraki yangınında dut ağacının
dallarını silkeleyecek ve taşıdığı bu çilenin ulaşacağı güzellikte,ne yalan söyleyeyim,
bizleri kıskandıracak.Bundan hiç kuşkum yok.
Not:Kitap dosya aşamasında iken ismi “Solar Çocukluğumuz Gülün Yerine” idi.
2002
MÜŞTAK ERENUS

Bu haftaki tadımlık dizelerimiz“Eski”Dergisi’nden (Broy)Nükhet H.Gökaltay’ın” Dağıldıkça Ben” şiirinden.
“Göğe dönsün bulut/Öncesiz iklimsizim,/Kumdan önce çekilir su/Sonrasız mülteciyim.//Gölgesiz belirir yüz/Bir kez dağılmaya görsün sis/Tenhadan öteyiz/gün se bizim./Dağılsın bulut/ışık vurdukça “ben”im.
7.11.2001( Milliyet) NAİL GÜRELİ

SIR SÖZDE SAKLI”nın güzel kitabı ve kaseti için tebriklerimi sunarım.Her ikisini de heyecan ve hayranlıkla izledim.Üstün başarılarınızın devamını dilerim
Türk Edebiyatı Merkezi ve Bölümü Başkanı
15.10.2003 Prof. TALAT HALMAN

Şair Nükhet H.Gökaltay az sözle, yüklü anlatım gücüne ulaşmış.”Yılkısı biriken aşkların” şairi…”Talan, evrenin bütün öyküsü “diyerek çağımızın bütün özelliğini bir dizeye sığdırmış…Yüksek sesle okunan şiir değil Nükhet’in şiiri,sessizce,içinizden duya-düşüne okunacak şiirler… Herkese ayrı düşünüş,ayrı duyuş olanağı sunan şiirler…Bir örnek: "Süzülür imalardan söz/Kalkar sisi yüzün/Tutuludur yollar…/Gözlerinden içime değer hüzün.”
2003 SAMİ KARAÖREN



Nükhet H.Gökaltay’ın “Sır Sözde Saklı’sı, inceliklerle örülmüş bir şiir kumaşını dokuyor.Ya da şiirin,’içinde hoyrat bir kış’ı dokuduğu bir şairle karşı karşıyayız.Şiir bir dokumaysa eğer,
‘günü geceden dokuyan’bir şair o.Sadece bu kadar mı,değil elbet!Aşkların yılkısı’nı biriktirirken,’tutkularını yılkıya salan’,tedirgin ve şiirini‘dağlara terk’eden bir şair Gökaltay…
Açıkça görülmüyor mu ?Gökaltay,şiirle yaşam arasında imge ilişkileri kurarak,şiiri yaşama geçirdiği kadar yaşamı şiire geçiriyor:Bir kıyıdan karşı kıyıya!İmgeler,’akşamlara değen yorgun kadifeler’gibi,şiirden yaşama ya da yaşamdan şiire geçerken,zarif bir duyarlıkla doku(nu)yor-bize,bizi?
Hangisi?Bu bir sır!
Sır’ın Söz’de Saklı olduğunu biliyor Gökaltay…

HİLMİ YAVUZ

26 Şubat 2009 Perşembe











6 Şubat 2009 Cuma

Destan

DESTAN
Bir şahsın hikayesidir bu;
Oldukça kalabalık.
Sertavul’dan Havza’ya merhabası olan,
Aydın’da çalışıp,
Bir estiğinde de Van’da ev kuran.
Yüreği; memleketi kadar geniş
Yüzü toprağınca sıcak.
Sesi;
Dün ayrılmış kadar tanış…
Şahıs böyle olunca mekan değişti durdu,
Zaman; geçmiş, şimdi ve gelecek oldu,
Yazılan da hepsinden ötürü yeryüzünün şiiri oldu.
KAÇ HAYAT ÇIKARIRDI BİR ANINDAN.
HİÇ ONA KALIRDI ÇOĞU.
Doğdu, herkes gibi…
Şaşkınca baktı uzun süre iri iri açarak gözlerini.
Yaşananın farkına vardığından beri ise
Ne uykusunda ne de
bir huzur anı düşüncesinde…
Bütün türlerini sevdi yaşayanın
Kitapları, şarkıları, resimleri bir de
Ama Sığmadı verilen şekillere…
Yaşadıkça önce yıldızlarını, sonra
Düşlerini harcadı çocukluğunun.
Satırları darmadağındı;
Bir sayfada Soğukta titreyen çocuk oldu
Öbüründe Kırık, küskün yazar.
Uçarı tutkuları hep bir an.
Şişirse de bembeyaz yelkenini rüzgar
Açık denizler seyrinde değişirdi hızla göğünün rengi
Yitirirdi sevdalar büyüsünü.
En son aykırı bir yaşamak birikti.

Türkkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi




Sevgili İnsan Kaynakları Yetkilisi Bana Bir Yol Gösterin


14 Kasım 2008 Cuma

Büyüyünce CEO Olmak isteyenlere


Gence