31 Ocak 2010 Pazar

FERHAN ŞENSOY 2019

Ferhan Şensoy'un 2019 oyununda bir dehanın asil yalnızlığının duvarlarını eserlerinin yükselttiğini düşünüp durdum. Zeka, farkındalık, acıtıcı keskin gerçeklik ve bir başınalık.

26 Ocak 2010 Salı

Şakir Eczacıbaşı'nın kederi ile başbaşa kaldık

Şakir Eczacıbaşı vefat etti. Teşvikiye camii ağır bir griye bürünmüş.
Aydınlığın, yaratıcılığın, estetiğin, esinin üfleyerek yükselttiği öze sahip bir insanın yaşadığını bilmek tesellimiz de elimizden alınmıştı.
Cenazede Doğan Tekeli’yi görünce, ya ona da bir şey olursa diye endişe ve kederle el sıkıştım kendisiyle. Gözlerimdeki hüzüne o da kederli baktı. Tenhalığımızın altı bir daha çizilmişti sanki. Sadece kendi ile ilgili meselelerle tükenip giden katman katman ilkel kalabalıklar içinde ıssızlığımız artmıştı.
Tesellisi olmayan bir yoksunluk bu.

24 Ocak 2010 Pazar

Okul bitti ne olacak?

BEN NE ZAMAN DEĞİŞECEĞİM?
HATALI NOKTALARIM (Ne noktası, ne noktası? Sanki ucu bucağı görünmeyen sonsuza doru uzun mu uzun bir çizgi.)

ÖSS filan derken Üniversiteye girip bitirdim, inanmayacaksınız ama iş bile buldum.
Gelin görün ki ben hala aynı bendim, uzun süre aynı yerde oturamadığım gibi oturduğum zaman içinde de hep iş yaptığımı söyleyemeyeceğim. Ders çalışırkenki ruh halim devam ediyordu. Hep içimden görev başından firar edesim gelirdi. Ya da birinin sorumluluğuna sığınasım.
KONTROLÜ ELE ALAMIYORDUM; Eğer çevrede de yönetimi devir alan varsa oh ne ala, pek bir memnun devrediyordum.
Sabah işime gider gitmez çayımla beraber bütün gazeteleri tarardım, o sırada bir telefon çalarsa, bir üst merci rahatsızlığı söz konusu olursa sinirleniyordum bayağı; öfke katsayım artıyordu hatta. Ben kendimce uygun bulduğum bir zamanda zihnen çalışmaya gönüllü isem(bu anımı bulursanız bana da bildirin gözünüzü seveyim) sinirlenmeden çalışıyordum, aksi takdirde odama sinsice sızmaya ya da masamın önüne kaynamaya çalışıp bana iş düşündürtmeye yeltenen ve dahi iş çıkartan kendini bilmezlerden hiç hazzetmiyordum.
Ders çalışırken kendi kendime tekrarlı kontrol yapmaktan dehşetli sıkılırdım. Yakın planda annem varsa; dersin değişik bölümlerinden sorular sorardı da bilmediğim konuları o şekilde fark edip tekrar o kısımlara döner çalışırdım. Kendi başıma (evde yalnızken) tek bir ödev dahi yaptığımı hatırlamam.
GENEL KABUL GÖREN SÖYLEMİN AKSİNE BUGÜNÜN İŞİNİ YARINA BIRAKMAZSAM BİR TUHAFLIK HİSSEDERDİM HATTA!
Doktora da bir gösteremedim.
İş hayatında da hiç birinci adamlığa oynayamadım. İkinci sorumlu pozisyonu rahat.(Yan gel Osman, dört dönüm bostan).
-Bitiş tarihi sözünü önce kendine vereceksin ki, kontrolün elinde olsun-
Derdi şef. (Zerdüşt böyle buyurdu). “ Gününden önce bitir ki kontrol imkanın olsun.”
Gün dediğin nedir ki, hepsi insan uydurması! Eskiden hafta mı, sonu mu vardı? Hele haftanın ortası tamamen rabıtasız, neye göre neyin ortası değil mi ama?
“Ben önce bir, yok iki uzun otursaydım” şeklinde sonu gelmeyen ertelemelerde büyüyüp olgunlaşmam mıydı acaba ertelediğim.
Hocam da derdi “ son güne bırakmadan bir kere bitir” diye ama bendeniz çekirge pek sıçrayası değildim.
‘ Bu telaşın haklı bir nedenine beni ikna eden var ise ya şimdi çıksın konuşsun ya da ben uyuyacağım biraz’ esprisi içinde debelenip durduğum yıllardı. Debeleniyordum çünkü hiç bir konuda ilerleme kaydedemediğimin farkındaydım.
Annem büyümem için bol bol süt içirmişti içirmesine ama ruhumun olgunlaşması biraz geriden mi geliyordu ne?
Bu da hatalarımı; çevremdekilere (önce ailem, sonra iş sorumlularına) yansıttığımı öncelikle kendime itiraf etmemle başladı.
Zor gelen; her işten kaçışımın, ertelediğim her sorumluluğun farkına varışımın sonraları bana gizlice hiç büyüyemediğimi fısıldamaya başlamasıydı. Ertesi gün başım biraz eğik dolaştığım dikkatimi çekti mesela, aynı öğrencilik yıllarımdan kalan okula ödevimi yapmadan, çalışmadan gittiğim günlerden kalan ‘beni’ andırıyordu sanki bu başımın eğikliği. Sözlüye kalkıp rezil olmasanız da bilmediğinizi bir tek siz bilseniz bile oldukça sessiz ve silik; sanki daha öncesinde hiç olmamış gibi fark edilmemeyi seçen çocuk halimi hatırlatıyordu.
Başınızı giderek omuzlarınızın arasındaki girintiye gömdükçe gömersiniz ya.
İşte öyle bir görünmeyi istememek halinin ağırıma gittiğini fark ettim bir gün. Büyümem gerektiğini, mazeretlerin arkasından çıkıp sorumluluklarıma sarıldıkça fark ettim. Aslında Kendinize verdiğiniz sözleri ne derece yerinize getirdiğinizdir ki üçüncü şahıslar nezdinde portrenizi de çiziyordu.
Zekanın gerçek ölçüsü; her günün her anını etkil, faydalıi ve mutlu şekilde yaşayabilmekti. Çünkü yaşamın ve kendilerinin sorunlarıyla başa çıkmayı becerenlerin; sorunları insan olmanın bir parçası olarak algılayan ve mutluluğu, sorunlarla ters orantılı olarak görmeyenlerin en zeki insanlar olduğunu fark ettim.
Değil hafta ortası, başını bırakın her bir anın ne üretimler için mucizevi bir fırsat olduğunu keşke bu kadar vakit kaybetmeden fark edebilseydim.
“HER ŞEY BİRDEN BİRE OLDU/ AŞK BİRDEN BİRE/ ÇOCUK BİRDEN BİRE”der Orhan Veli.
Naçizane ben de diyorum ki “BÜYÜK BİRDEN BİRE OLUNMUYORMUŞ”.

1 Ocak 2010 Cuma

KIRIK KALPLER DURAĞI'nda CANDAN ERÇETİN

Balkan ezgisi dinlerken bir dağ yeli vurdu yüzüme. CANDAN ERÇETİN "GİİİİİİİTTTT, GİİİİİİT, İŞ İŞTEN GEÇMEDEN GİT, ÇOK GEÇ OLMADAN GİİT" derken, küçücük sırça bir kalbin taa içinden güçlü isyan çığlığı, kınından çekilmiş keskin bir kılıç gibi vurdu en derinimden beni.
Sarsıcı bir red ve canhıraş bir isyan tonundan "GÜLLERE DE AŞK OLSUN YİNE SEN KOKACAKSAN, FALLARA DA AŞK OLSUN YİNE SEN ÇIKACAKSAN!" denir mi? Şurada araba kullanıyordum usul usul. Ama o ne! Yüreğin çığlık çığlığa açılışının şarkısını duyuşum hesapta yoktu. Bu arada gaza basan ayağımla tempo tutmasam öndeki araba ve benimki için daha hayırlı olacak!
Şarkıyı güller işitse açma boykotuna girecekler bir şey değil! Keçiler bile yaprak dişlemeyi bırakıp, dağa kahredip alıp başlarını gidecekler.
Öyle bir "uzaklaş, karda kalmasın izin" deyişi var ki "ayak altında görmeyeyim" tonunda. Kar da "bir ağız tadıyla tutamadık buralarda diye şikayetçidir mutlaka ama "GİT" ŞARKISININ canhıraş çığlığı yanında uysal bir kedi miyuvu gibi kalır. Bu dayılanma hali karşısında saygıdan olsa gerek, sağa çekip beş dakika durasım geldi. Aşk tarihinde yürek, en az bir kere böyle afilli, gururlu bir pozisyon almıştır; o yüzden tanıdık da geliyor, hallenerek koltuğumda daha bir dikleşip, direksiyonu daha bir kuvvetli eda ile tutasım geldi. Yayılmış, mülahham duruşum çıkıp gitmiş, aldatılmış ama gururlu halim gelmişti.
"GİİİT"in içinde milyon kere GİTMEE var olduğunu bilsek de; "Müdanamız ikinci bir emre kadar durdurulmuştur" tavrını barındırmakta.
Bu "dik duruş" beni bir süre idare eder, hatta fiziki bağlamda belime iyi bile geldi.
Ruhum mu onu hiç sormayın!
Bence albümün en ilaç şarkısı GİİİİİİİİTTTTT.
SAĞOLUN EMEĞİ GEÇENLER.